Koç Üniversitesi’nde birinci senemi tamamlarken aynı zamanda Suna Kıraç Kütüphanesi Kütüphane Elçiliği’nde katettiğim yol; Temmuz 2023’te Beyoğlu’na değin uzanmıştı…
Bu güzel seneyi, kütüphanede tanıştığım dostlarımdan biriyle taçlandırıyorum: Beyoğlu Rapsodisi. Tabii kitaplar cömerttir, Beyoğlu Rapsodisi de sayfalarından Ahmet Ümit’i çıkarmıştı karşıma. Yazarla rastlantım ve kitapla olan tartışmam, okudukça arttı; düşündükçe derinleşti. İşte o esnada SKL Kitap Kulübü imdadıma yetişti. 20 Temmuz Perşembe günü kitabı ve yazarı; masaya yatıracak, kendi düşün ve esin dünyalarımızda birbirimizi ağırlayacaktık. Bir kütüphane elçisinin kalbi daha hızlı çarpabilir miydi, bilmiyorum doğrusu:) Sonra davetler yapıldı ve benim gibi kitapla hemhal olan değerli okur dostlarım, hem iç hem de dış dünyadaki tartışmama kuvvet ve yoğunluk kattı.
Moderatörlük şapkası bendeydi belki ama; düşüncelerimizin ve söylemlerimizin inşası dinamikti, diyalektikti. Ahmet Ümit’i konuşarak başladık, çocuk Ahmet’in evindeki “anlatı” geleneğinden bizler de beslendik. Annesi Terzi Fatma Hanım’ın ballandırarak anlattığı masallar ve babası Kilimci Mehmet’in emekle dokuduğu kilimler gibi yazar da kültürleri işliyordu ilmek ilmek eserlerine. Patasana eseriyle bir muhabir arkeologtu; Elveda Güzel Vatanım’la doktora tezi yazarı. Üniversiteye giden ağabeyleri sayesinde Gaziantep’teki hanelerinde; bir yandan İstanbul beri taraftan Londra rüzgarları esiyordu. Deniz Gezmiş, Mahir Çağan, Che Guevara ve nicelerinin sözleri, sesleri ağabeylerinin kitaplarında dirilmişti; genç Ahmet’in direnişçi ruhunda yer bulmuşlardı. Böylece Ahmet Ümit, “Sanat meydan okumaktır.” diyecek ve kavgalarla, mitinglerle, boykotlarla dolu yaşanmışlığıyla -kendi söylemiyle- “63 yaşına beş hayat” sığdıracaktı. Bir zamanlar hayallerini “Kral” Marx’ın süslediği saf çocuğun yerini, zamanla Frankenstein’ın korku dolu anlarını okuma arzusuyla yanıp tutuşan bir genç alacaktı. Sonra Nazım Hikmet’in de etkisiyle şiire yöneldiği 1989 Sokağın Zulası’nı; Ali Saygun’un önerisiyle kaleminde keşfettiği polisiye takip edecekti. Aslında Victor Hugo’nun “Ey şair, bana yağmurdan bahsetme; yağdır!” deyişi gibi Ahmet Ümit de polisiyeyi yalnızca göstermedi, yazarak ve okunarak yaşatmaya çabaladı.
Türk Edebiyatı’mızda polisiyeyi bir tür olarak doğurmak zordur. Ahmet Ümit bu uğurda yola çıktı ve diliyle, kurgularıyla, karakterlerin sosyopsikolojik arka planlarıyla polisiyeyi başkaca var etmeye çalıştı. Dan Brown, Agatha Christie, Jane Eyre, Salvador Dali, Köroğlu gibi pek çok önemli şahsiyetin dokunduğu parlak zihin, kendi anlatısını empresyonist bir ressam gibi bezemişti. Onun romanları, çoğunlukla izlenimciydi; dilinin renkleri ve katmanlarıyla insan algısına hareket katıyordu. Zamanın akışını ve etkilerini, kalem darbeleriyle kağıda döküyordu. Nevzat Komiser ve Beyoğlu Rapsodisi’nin Selim’i, Kenan’ı, Nihat’ı polisiye anlatısında başkaldırının, babacanlığın ve sadakatin yansımaları olmuştu. İşte tüm bu bağlamlarda; Ahmet Ümit ve Beyoğlu’nu, Beyoğlu Rapsodisi eseriyle birlikte mercek altına almaya çalıştık. Kitabın seslenişi, amacı, yazardaki yeri, Beyoğlu’nun geçmişinden şimdisine ve geleceğine uzanan benliği, anlatısındaki tez canlılık, karakterlerinin tuhaf derinlikleri bir bir tartışmamıza konuk oldular. Kültür erozyonundan, İstiklal Caddesi’nin panoramasına; büyülü tarihin gerçekliklerinden sırların ve acıların anlatısına değin dolu dolu bir tartışma gündemiyle buluşmamızı tamamladık.
Her şeyiyle, her anıyla bulunmaktan ve moderatörlük yapmaktan mutluluk duyduğum bu tartışmanın mevcudiyetine bir kez daha teşekkür ederim! Bu deneyimin fırsatını sunan başta Suna Kıraç Kütüphanesi olmak üzere Koç Üniversitesi Kitap Kulübü’ne, elçilik sürecimde desteklerini daima hissettiğim, bildiğim kütüphanecilerimiz Naz ve Ebru Hanım’a, tartışmaya katılımlarıyla dilde ve düşüncede daha fazla anlam yaratımımızı mümkün kılan dostlarıma ayrıca teşekkürlerimi sunarım. Dilerim ki ilerleyen vakitte, kitap tartışmalarımız gibi birçok etkinlikte tekrar bir araya gelecek ve “söz”ün, “yazı”nın gücünden çokça nemalanacağız. Tıpkı Beyoğlu Rapsodisi’ni mırıldanırken Ahmet Ümit’in sesiyle bir olduğumuz gibi pek çok gerçekliğe beraber erişebileceğiz.
Sevgiler,
Seray