Sembollerin Dilinden

Kitap kapaklarımızın üzerinde yer alan grafikler, bildiğimiz en ünlü sanat tablolarında gizlenmiş anlamsal simgeler, bir mağara duvarında yer alan mistik figürler, yazının ilk resimleri: hiyeroglifler ve çok daha fazlası… Aslında hepsi, bize bir “şeyi” işaret eden ve algımızda başka bir anlamın oluşmasını sağlayan görsel iletişim unsurları. Bu yazıyı oluşturan harflerin bir araya gelerek okuyucu için “anlam” ifade etmesini gerektirecek süreden muaf olan bu semboller dünyasını; elimden ve dilimden geldiğince: “sözlerimle” -sözsüz iletişime sözlerle bir soluk üfleyerek- biraz olsun aralamaya çalışacağım. Kendimle, sembollerin dünyasına giriş niteliğinde ve tamamen hasbihalde olacağım bu yazıya hoş geldiniz!

Sembollerde beni en çok etkileyen şey, kendi sanatındaki evrenselliğidir. Gerek dayandığı resim dalının insanlığın ortak paydasındaki ve tarihindeki en doğal sanatlardan olması ve gerek insani deneyimlerimizin, gördüğümüz şekil ve resimlerde benzer uyartıları algılayarak yakın bir izaha yönelmemizi sağlaması; kanımca evrenselliği kucaklıyor. Bu bahis dahilinde, “kolektif bilinç” kavramına yönelinebilir ki bir şeyi gördüğümüzde benzer şeyleri hissetmemiz veya düşünmemiz, evrimsel psikolojiyle de yakından ilgili olacaktır. Bir nevi dili çırılçıplak bırakarak göze hitap eden bu iletişim şeklinin nasıl “ses” kazandığını ve günümüzdeki harf simgelerinin ortaya çıkışına evrildiğini düşünmek; insan aklının sınırlarını zorlayabileceğimiz güzel bir noktadır. “Dil dünyamdır.” diyen Wittgenstein’dan yola çıkıp konuştuğumuz, okuduğumuz, maruz kaldığımız ve kendimizi var ettiğimiz dilin ne denli habitusumuzu oluşturduğunun farkında olmak gerek. Burada şöyle bir tezahüre gidelim: Ya hiç günümüz “yazı gramatiği” ve “seslendirilen harfler dizisi” anlayışlarına ulaşamasaydık ne olurdu? Ya da bu duraklara varmak kesin olarak zorunlu bir evrimin sonucu mu? Gerçekten sapiens doğasında, başka bir iletişim ve anlam tezahürün mümkünatı yok mudur veya bu iletişim formunun da evrileceği sonraki duraklar varsa nasıl olmalı ya da olacaktır? Dil felsefesi, ontoloji, epistemoloji… Bu denli derin mevzuları, bu yazımda ağırlıkla ele almayacağım ama şimdilik sorularımı sormaktan da kaçınmıyorum. Daha derin bir çerçeve ve analizde ayrıca ele alınabilecek ve muhakkak zihinlerin bir köşesine dahi olsa değmesini istediğim sorular kendileri:) Biz sembollerle anlamı yaratmaya çalışacağımız örneğimize devam edelim veyahut -imkansızı tasavvur etmekse bu şey- geçmişin hatıratında anakronizmden olabildiğince kaçınmaya çalışarak düşünmemize koyulalım.

Bu noktada acaba Çince, Japonca gibi karakterlere dayanan diller halihazırda bir örnek teşkil edebilir mi? Bence bir bebeğin veya çocuğun konuşulanları ses tonlarına göre anlamlandırmaya başlaması, yazının karakterler ile görsel hafızayı daha aktif hale getirmesi; algılama ve öğrenme sürecine doğrudan yansıyabilir. Aslında Latin alfabesi ile okumaya alışkın birisi olarak uzun zamandır karakterlerle öğrenim sürecinin ne kadar zor olabileceğini düşünüyordum. Ta ki geçtiğimiz dönem Çinli oda arkadaşım sevgili Nina’yla bu konuda sohbet edene değin… Nina’ya okuma-yazma sürecini öğrenmelerinin okulda ne kadar sürdüğünü sormuştum. Önce bu soruya şaşırmış ve “Herkes gibi bizde de 1 yıl.” demişti.  Sonra zorluğundan ve Latin alfabesi ile farklılıklarına dair konuştuğumuzda, kesinlikle çok farklı olduğuna kanaat getirdiğini fakat öğrenmenin o denli zor olmadığından bahsetmişti. Özellikle ses tonları ile verdikleri aynı kelimenin farklı anlamları ve ses tonlarının sistematik türlerini bana anlatırken; görsel tarafın yanında müzik kulaklarının da ne kadar hızlı gelişebileceğini düşünmüştüm. Belki de bundandır başarılı pek çok müzisyeniniz var, dediğimdeyse çok gülmüştü Nina:) -Bu arada merak edenler için söylüyorum, müzikle ilgilenen kişilerin daha çok Şangay, Pekin gibi gelişmiş şehirlerde yaşadığından; onun haricinde günümüzde o kadar da popüler bir hobi olmadığından bahsetmişti Nina-. Ayrıca Çince karşılıklarını sorduğum kelimeleri bana öğretirken ilk yaptığı hamle, işaret parmağı ile havaya karakterleri çizerek daha sonra her birini ayrı ayrı bana anlatmak olmuştu. Oldukça sağlam ve işler bir dimağa sahip olmak gerek diye düşünmüştüm. Ayrıca karakterle anlama evresinde, yazarken el-göz koordinasyonlarının daha hızlı gelişebileceği aklıma geldi ve belki pin-pon gibi hız gerektiren sporlara da daha yatkın olmaları bir nebze bununla alakalı olabilir. Bunun yanı sıra, The politics of design : a (not so) global manual for visual communication kitabında Çince modern ve geleneksel karakterler üzerinden yapılan bir anlam tartışmasını paylaşmak istiyorum. Çince “aşk” karakteri, geleneksel yazımında “kalp” karakterini de içinde barındırıyor; fakat modern ve basitleştirilmiş Çincede bu karakter “arkadaş” karakteriyle yer değiştirmiş. Dolayısıyla geleneksel kullanımdan yana olan kimseler, dili basitleştiren kişilerin ‘kalbi duygularını’ yavaş yavaş kaybetmeye başladığını, modernize yaşama ayak uyduran kısım ise geleneksel yaşama sıkı sıkıya bağlı kalan kimselerin ‘arkadaş’ edinemeyeceğini savunuyor. Bu denli simgelerin dünyasında vuku bulan ve gerçekten anlam aramasına, tartışmasına dönebilen bir konseptin var olabilmesi bile oldukça ilginç değil mi? Latin alfabesi kullanan ben, dilimin ve zihnimin çeperlerinden çok uzak olan bu örneği, yüzümde kocaman bir tebessüm ile okumuştum.

Bu sohbette değinebileceğim bir diğer konu ise: işaret dili. Aslına bakılırsa her dilin ayrı işaret dili figürlerine sahip olması, “evrenselliğe” en uygun olabilecek bu iletişim biçiminin aynı zamanda “biricikliğe” mahkum olmasını da beraberinde getiriyor.  Bu biricikliğin de temel sebebi aslında her işaret dilinin insan tarafından üretilmiş ve ayrıştırılmış bir diğer sözlü dile dayanıyor olması. O halde, günümüzün anlayışındaki dilin henüz yaratılmadığı vakitlerde, herkes için aynı olan sembollerden bahsetmek mümkün müdür? Bu soruya yanıt için Semboller Nasıl Okunur? kitabının sayfalarını biraz karıştırdım ve şu ilginç örnekler karşıma çıktı: Ouroboros, kendi kuyruğunu ısıran yılan, sembolünün antik çağlardan kalma olup; Antik Yunan ve Mısır’da dairesel şekli ve kendini yutması sebebiyle evrensellik ve bütünsellikle ilişkilendirildiğini gördüm. Ayrıca defne dallarından çelenk sembolünün ilk olarak Greko-Romen sanatında Güneş Tanrısı Apollo’nun daima yeşil kalan yapraklardan oluşan tacı olduğunu; sonrasında her ne kadar Roma’da askeri zafer ile bağdaşsa da bir süre sonra birisinin müzik ve şiir alanlarında onurlandırılmaya layık olmasıyla alakalandırıldığını okudum. Kitapta pek çok hayvan figürleri içeren sembollere rastlamak mümkün. Hayvan figürlerinin çokça kullanılması tabii olup bu meselede “kartala” dair bir bilgi paylaşmak istiyorum: Genellikle savaşçı ruhu yansıtması ve keskin gözlü olmasıyla Aztekler’de göklerin kralı olarak görülen bu sembol aynı zamanda Aztek savaşçı tarikatini de simgeliyordu. Kartalın bir diğer güç sembolü olduğu yer ise Zeus/Jüpiter tasvirinde kullanılmasıydı. Bu savaşçı figür önce Antik Roma’nın, daha sonra da Fransız İmparatorluğu’nun amblemi olmuştu. Bir diğer örnek olarak “köpek” figürü; Azteklerde, 20 gün isminin çevriminde onuncu günle ilişkilendirilip ölülere yeraltında yol gösterdiğine inanılarak saygın bir yere sahiptir. Ayrıca köpek, Çin Zodyak’ında 12 Dünyevi Dal’dan on birincisinde yer alarak dürüstlüğü ve sadakatiyle olumlu bir çağrışımlar uyandırmakta. Dolayısıyla hayvan sembollerinin anlamları, bulundukları kültürün anlamlandırmasına ve bağlamına göre benzerlik/farklılık gösterebilmektedir. Farklı kültürlerde “Tanrı” için yaratılan sembollerde de kanatlı, şimşekli veya kocaman vb. çizimlerin kullanılması da insan yorumuna dair anlaşılabilir bir temel kurmakla birlikte yine çevrenin, değerleri anlatma ve sembolize etmedeki etkisini açıkça göstermektedir. Daha fazla konsept ve kültüre ait sembolleri merak ederseniz bu küçük ama hacimli cep kitabını karıştırmanızı tavsiye ederim.

O halde tüm bu yaklaşımlarımızın sonucunda, “ortak bir anlam” ve “anlam metodolojisi” yaratmanın zorluğu ile karşı karşıyayız denebilir. Ancak şu da açıktır ki: insanlığa ve tarihine ait sembolleri inceleyerek pek çok ipucu yakalamak mümkün. Çoğu zaman benzer anlamları taşıyan ama birbirinden bambaşka kültürlerde yer alan semboller ile aynı sembolün başkaca yorumlandığı kültürlerin tespiti; bizlere derin “anlam ve yorum” çalışmalarının kapılarını aralayacaktır. Yani bir nevi SEMBOLLERİN DİLİNİ çözdüğümüzde, tarihimizin dilini de çözmeye çok yaklaşacağız…

Seray Çakır

Kaynaklar:

The politics of design : a (not so) global manual for visual communication

Semboller nasıl okunur : resimli sembol okuma rehberi

 

 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *